5 Mayıs 2009 Salı

Sivrice... Yeniden Cennette Olmak


Sivrice...

Amatör Balık Avcılığı Forumları kurulmaya başlandıktan ve üye sayılarında belirgin bir artış gerçekleştikten sonra herkesin dilinde dolaşır oldu Sivrice kelimesi. Sevgili Vedat Abayoğlu ve Orhan Küçükbiçmen'in olağan üstü çabaları ile belki de en azından amatör balıkçılar için en bilinen ve en çok özlenen yer olup çıkıverdi.

Sivrice

Her balıkçının düşü, Sivrice'de o değerli insanlarla beraber olabilmek ve fotoğraflarına imrenerek baktığı o güzel balıklardan bir nebze olsun sebeplenebilmek haline geldi.

Daha sonra Sivrice'den değişik simaları da tanır olduk. İçlerinden bir vardı ki, emekli kıdemli deniz albay Şener ERGUNSÜ... Geleneksel balık işleme sanatımızın mamüllerini tanıtması ve inanılmaz yemek tarifleri ile gönüllerde taht kurdu ve haklı bir üne de kavuştu. Ne mutlu ki bize beraber çalışma şansına eriştik. Komutanımla ilişkimiz artık bir balık forumunun iki üyesinden çok bir abi kardeş ilişkisine dönüşmüştü.

Şener ERGUNSÜ

Elbette Sivrice'nin çağrısına biz de kulak verdik ve onun misafiri olduk. İlk gidişimizde daha sonraki gidişimizi garanti altına alabilmek için eşlerimizle gittik. Ne kadar da akıllıca davrandığımızı anlamış olduk (!). Oranın ortamı, Komutanımın Vedat Abi'nin, Orhan Abi'nin konukseverliğini gören eşlerimiz daha sonraki gidişler için icazeti hemen orada verdiler zaten...

Bunun haricinde bir kez daha bir Sivrice ziyaretimiz gerçekleşti. Daha sonra Komutanımın Kaş seyahati ve orada bir süre kalması ve geçirdiği talihsiz rahatsızlık sonrası Sivriceye dönüşü... Elbette bu zaman zarfında irtibat hiç koparılmadı. Niyet her zamanki gibi tekrar Sivrice'nin havasını solumaktı.

Sivrice'den Assos... Bulutlar bu güzel kenti örtmeye kıyamamışlar...

Günlerden bir gün Komutanım bombayı patlatıverdi. Yeni bir mekan açıyorlardı. "Liman Konukevi & Tunç Balık Restaurant" İnanılmaz bir haberdi bu. Bana göre de çok doğru bir teşebbüstü. Hazırlıklar yapıldı ve mekan açıldı... Sivriceye gitmek kesinlikle ama kesinlikle şarttı artık. Komutanımın mekanında konaklamak, geleneksel balık mamüllerimiz ile beraber harika balık yemekleri yemek, muhabbetin dibine vurup bir güzel kafayı çekmek... Balık yakalamak mı?... Doğru ya, onu da yapmak lazım...

Liman Konukevi & Tunç Balık Restaurant (denizden görünüş)

Kısmet geçen hafta sonunaymış. Sevgili arkadaşım Hasan ile beraber düştük Sivrice yollarına... İzmir'de kış kıyamet. Yağmurla beraber seyahat ediyoruz. Arkada bıraktıklarımız telefon ediyorlar. "Bu havada yola mı çıktınız? Bu havada mı gidiyorsunuz?..." Havada bir şey yok ki... Hava durumuna baktık öğleden sonra yağmur yok. Rüzgar çok az, rahatsız etmez...

Liman Konukevi'nden Midilli Adası

Öğlen saatlerinde oradaydık. Sivrice'yi falanda geçmiştim hani ben. Zaten nedendir bilinmez yolu sanki Karaburun yolu kadar aşina gelmişti bana. Ama Komutanım ile tekrar karşılaşmak, elini sıkmak... Neşe Ablam... Deniz Hanım... Deniz Hanım ile ilk kez tanışacaktık ama daha önce bir kez telefonda görüşmüştük. Yabancılık çekmedik ikimiz de...

Komutanım sımsıcak bir karşılama sonrası tezgahın başında yarım bıraktığı sübye yemeği ile uğraşmaya devam etti...

Sübye Enfesti

Evet... İşte oradaydık. Sanki dün ayrılmış gibi... Hep berabermişiz gibi... Belki de her dönüşümüzde geride bıraktığımız bir yarımızı bulmuştuk. Belki de ondan hiç gitmemişiz gibi geldi...


Liman Konukevi son derece zevkli dekore edilmişti. Taş bir evin odaları düzenlenerek şimdiki haline kavuşmuştu. Liman Konuevi'ne baktığınızda (en azından ben) Ege ve Anadolu'nun sentezini görüyorsunuz. Egeye has sıcaklığı, Anadolu'ya has bilgeliği, İstanbul'un belki de son temsilcilerinin yaşadığı o Beyefendileri ve Hanımefendileri... Liman Konukevinde hepsi bir arada işte...

Liman Konukevi (Burada oturup içilen kahvenin hatırı kırktan fazladır... Değil mi?)

Sohbet derken, balık avı derken, Liman Konukevi'ni tanımak derken akşam geldi çattı. Ancak bizim oraya ulaşmamızdan akşama kadar geçen süre içerisinde ne Neşe Hanım, ne Deniz Hanım ne de Komutanım inanın bir dakika durmadılar. Bir insan nasıl bu kadar koşturabilir? Seyrederken ben yoruluyorum. Yahu, vallahi billahi yoruluyorum...

Akşam yemeği hazırlıkları devam ederken bir yandan Komutanımla sohbet ediyor bir yandan da akşam güneşinin ışıklarının Midilli'yi aydınlatışını izliyorum bir yandan da. Karanlık kavuşunca suyun karşı tarafında da ışıklar yanacak, bizim tarafta Ege türküleri, diğer tarafta tavernalardan Rebetiko nağmeleri denizin ortasında birbirine karışacaklar. Konukevi'nin bahçesindeki iğde ağaçlarına asılı fenerlerimizin ışığında biz de kadehlerimizi kaldırıp "gia sou" diyeceğiz suyun diğer yanına... Biliyoruz ki "yarasın" diye kalkacak kadehler oradan da bize doğru...

Fenerlerimizin ışığı şarkılarımızı iletir suyun karşı tarafına

Akşam yemeği geldi çattı. Ne kadar da açıkmışım, hiç farkında değilim. Akşam yemeğinde hepsi el ile üretilmiş geleneksel balık mamullerimizden mezelerimiz, kızartmamız, dolmamız, baklamız, humusumuz... Komutanımın kendi elleri ile yaptığı orkinos köftesi, sübye, lüfer ve kılıç... Ama en unutulmazı Adabeyi (lipsoz) çorbası.

Sofranın küçük bir bölümü...Ve Adabeyi (Lipsoz) çorbası

Gecenin ilerleyen saatleri... Kendime bir kahve yapıyorum. Şöminenin karşısındaki masada bir aradayız... Deniz Hanım ile konuşuyoruz... Züğürt Ağa ve Kahpe Bizans gibi filmlerin sanat yönetmenliğini yaptığını öğreniyorum. Bunların yanında pek çok dizi filmin de sanat yönetmenliğine imzasını atmış. Artık buradayım diyor. Sivrice onu da esir etmiş kendine. Hoş bundan kimse de şikayetçi değil bu güne kadar.



Yan tarafa sebze diktiklerini gelen misafirlerin domatesi patlıcanı, biberi kendi elleri ile toplamalarını istediklerini, insanların kendi evlerindeymişcesine rahat olmalarını hedeflediklerini anlatıyor. Zaten ailelere hizmet vermek istediklerini, eş dost akraba herkesin bir arada tatil yapmasını hedeflediklerini, zaten Konukevi'nin de bunun için biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor.

İşin içinde Deniz Hanım, canım Neşe Ablam olduktan sonra bunların geçekleşmemesi için hiç bir neden de yok. Eh Komutanımda balık yemeklerini üzerine almış durumda... Daha ne olsun? Küçük bir sorun dışında... Deniz Hanım ve Neşe Hanım sebze yemeklerini ve tatlıları muhteşem yapıyorlar. Komutanımın onlarla başa baş güreşebilmek için kendini daha fazla yorması gerekecek sanırım

Gece çekilen nefis bir uyku... Oksijen o kadar yoğun ki, alıştığınızdan çok daha az uyku ile her zamankinden daha dinç kalkıyorsunuz. Ve elbette kurt gibi acıkmış olarak. Sabah kahvaltısı çoktan hazırlanmış. Neşe Ablam ve Deniz Hanım sabahın erken saatlerinden itibaren her şeyi hazır etmişler. Kahvaltı sofrasında domates, salatalık, 4 çeşit reçel (kayısı reçeli sandığım içine badem konulmuş kivi reçeli, ayva reçeli sandığım domates reçeli, portakal kabuğu reçeli ve kızılcık reçeli, siyah ve yeşil zeytin, (zeytinyağı, pul biber ve kekik serpilmiş) ayrıca kekikli ve pul biberli zeytinyağı, biber salçası ve kuru meyveler, badem ve fındık ile dolu bir tabak... Ben hangisini yiyeceğimi şaşırmadım. Hepsini yedim


Kahvaltının sonunda Vedat Abi'den bir telefon geliyor. Balığa çıkaracak tekrar bizi. Ne güzel bir şey... Karşılıksız, hiç bir menfaat gütmeden (getirdiğimiz benzini bile almak istemiyor), sadece ve sadece bizi dost, arkadaş bildiği için... "Ben çıkmayacağım" diyorum Hasan'a. "Sen çık." O da tereddütsüz bu fırsatı kaçırmıyor. O limana giderken biz de Komutanım ile yukarıdaki evine çıkıyoruz. Allah'tan yolda bir traktöre denk geliyoruz da yokuş yukarı yürüme zahmetinden kurtarıyoruz kendimizi. Zira hava düne göre çok çok daha sıcak... Traktör bizi uygun bir yerde bıraktıktan sonra bozuk sayılabilecek bir yoldan yürümeye başlıyoruz. Sağım solum tilkicen dolu. Üstüne üstlük bir de sarmaşık örünce dayanamıyorum ve başlıyorum toplamaya. Egeli'yiz ya, Egelilik var ya serde... Durur muyuz?

Komutanım evine ulaşıyoruz. Sivrice koyuna hakim bir noktada. Kuş sesleri, arıların vızıltıları... Bir de aşağılardan beş dakikada öten bir horozun sesi... Başka sesler duymaya çalışıyorum ama nafile. Böyle bir yer insanın ömrüne ömür katar be!..

Sokakağzı

Her güzel şey gibi hiç istemese de insanın ayrılıp gitmesi gerektiği anlar ne yazık ki illa oluyor. İşte o an gelip çattığında geldiğinde yabancılık çekmemek için bir yarını bırakıp gidiyorsun. Geldiğinde orada olacağını biliyorsun. Yine de o güzel insanlardan ve bu bakir doğadan ayrılmak hep zor gelmiştir bana. Gittiğimde hiç yabancılık çekmeyeceğim bildiğim halde...

Sizden ayrı kaldığım süre içerisinde, Karaburun'un mavi sularında, gecenin sessizliğinde Midilliye gönderdiğimiz türkülerimizden izler arayacağım. Midilli'nin ışıklarına bakarken Sivrice'nin ışıklarını soracağım. Sİvrice'nin ışıkları yerine onlara bakacağım. Buna çok sevineceklerine eminim...

En kısa sürede görüşmek dileği ile Komutanım...


4 yorum:

muzaffer özgen dedi ki...

Çok güzel bir haftasonu yaşamışsın
Mehmet arkadaş,yemekler de harika
şu an gezi notlarını okuduğumda
karnımda açtı,iştahım açıldı.
Fotoğraflarda çok güzel,sepet
içindeki çiçek resmi çok hoş.
İnşallah ilerki zamanlarda oraları
görürüz,bir işimiz olmadan pek
gezemiyoruz.Selamlar

Apartman Balıkçısı dedi ki...

Muzaffer Hocam, sağolun.

Bizimki de kırk yılın başı işte. Bakalım belki önümüzdeki günlerde eşimi de götürme şansım olabilir. Her şeyin başı kısmet. Umarım siz de bu güzellikleri kendi gözlerinizle görmek şansına erişirsiniz.

Mehmet Vuran dedi ki...

Mehmet bey çok güzel bir hafta sonu geçirmişsiniz.
Fotoğraflar çok güzel. Sessizlik sakinlik fotoğraflardan görülüyor.
Oraları çok beğendim, siz de çok güzel anlatmışsınız...

Apartman Balıkçısı dedi ki...

Niyet bu hafta sonu tekrar oralara gidebilmekti ama olmadı Memhet bey.

Teşekkür ederim.